Sosyal medya demokrasi için tehdit mi oluşturuyor?

Sosyal medya demokrasi için tehdit mi oluşturuyor?

Sosyal medya demokrasi için tehdit mi oluşturuyor?
Yayınlama: 18.11.2025

Sosyal medyada nefret söylemi, sahte haberler ve yankı odaları bir risk oluşturuyor. Peki X, TikTok ve benzeri platformlar düzenlemelerle daha iyi hale getirilebilir mi?

ABD’li iş insanı Elon Musk’ın 2025’in Ocak ayında sahibi olduğu X platformunda, aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin Eş Başkanı Alice Weidel ile yaptığı söyleşide açıkça taraf tutarak,”Çok net söylüyorum: Almanya’yı kurtarabilecek tek parti AfD’dir” sözleri Almanya’da tepkiyle karşılanmıştı.

Bu sözler, güçlü bir sosyal medya platformunun Almanya’daki seçim kampanyasına doğrudan müdahalesi olarak değerlendirildi.

Benzer bir örnek 2024’te Romanya’da yaşandı. Aşırı sağcı aday Calin Georgescu, hiçbir televizyon tartışmasına katılmadan, kampanyasına para harcamadan devlet başkanlığı seçiminin ilk turunu kazandı. Başarısının sırrı ise TikTok’tu. Georgescu’nun videoları milyonlarca kullanıcının akışında öne çıkarıldı.

Kısa süre içinde, sosyal botlar (otomatik hesaplar) ve trollerin (çoğu zaman ücretli, siyasi ya da devlet bağlantılı kullanıcılar) devreye girdiği yönünde şüpheler arttı ve seçim sonuçları iptal edildi.

Benzer yöntemlerin Brexit referandumu ve Covid-19 pandemisi döneminde de kamuoyunu manipüle etmek için kullanıldığı biliniyor.

Aşırı görüşler öne çıkarılıyor

Dijital alanda yaşananlar, kamuoyunun şekillenmesi üzerinde büyük etkiye sahip. Medya ve anayasa hukuku uzmanı Dieter Dörr, DW ve Köln Üniversitesi’nin ortaklaşa düzenlediği “Büyük Teknoloji ve Dijital Demokrasi: Kamusal tartışma ne kadar düzenlenmeli?” başlıklı konferansta yaptığı konuşmada “Demokrasi ciddi bir tehdit altında” uyarısında bulundu.

Elbette sosyal medyada güvenilir medya kuruluşları da boy gösteriyor. DW, BBC veya diğer haber kurumları Instagram, YouTube ve benzeri platformları, içeriklerini yaymak için kullanıyor. Ama aynı alanlarda çok sayıda başka aktör de faaliyet gösteriyor. Bunların bir kısmı ne bot ne de trol: Bazı kullanıcılar, bilinçli olarak nefret söylemi yayıyor, asılsız iddialar paylaşıyor veya yapay zekâyla üretilmiş manipülatif içerikleri dolaşıma sokuyor.

Platformların algoritmaları ise bu davranışları ödüllendiriyor. Dörr, “Uç görüşler ve kışkırtıcı ifadeler öne çıkarılıyor” diyor. Çünkü bu içerikler kullanıcıları daha uzun süre platformda tutuyor; böylece şirketler daha fazla reklam geliri elde ediyor.

AB’nin Dijital Hizmetler Yasası: Umut ışığı

Sosyal medya artık milyonlarca insan için başlıca haber ve bilgi kaynağı. Bu durumun demokrasi açısından bir risk yarattığı hem siyasette hem akademide uzun süredir tartışılıyor. Peki buna karşı ne yapılabilir?

Avrupa Birliği bilgi manipülasyonu ve dezenformasyonla mücadele için son yıllarda dijital düzenlemeleri sıkılaştırdı.

Avrupa Komisyonu’nun hafta içinde açıkladığı “Avrupa Demokrasi Kalkanı” planı ile bilgi manipülasyonu ve dezenformasyona karşı kapasiteyi güçlendirmeyi hedefliyor. Bu hedefe ulaşmak için Avrupa Demokratik Direnç Merkezi’nin kurulmasını öngören plana göre üye ülkeler ve yetkililer arasında bilgi paylaşımının artırılması artırılacak.

Ayrıca Dijital Hizmetler Yasası (Digital Services Act-DSA) çerçevesinde bir kriz protokolü hazırlanarak, geniş çaplı dezenformasyon kampanyalarına karşı alınacak önlemlerin belirlenmesi öngörülüyor.

Dijital Hizmetler Yasası, Şubat 2024’te yürürlüğe girdi ve Amazon, Google, X, Facebook gibi büyük platformlara daha fazla şeffaflık ve kullanıcı koruması yükümlülüğü getirdi.

Avrupa Komisyonu İletişim Ağları, İçerik ve Teknoloji Genel Müdürlüğü (DG Connect) Başkan Yardımcısı Renate Nikolay, yasanın üç temel amacını şöyle özetliyor: “Birincisi, platformlar sistemik riskleri tespit edip azaltmak zorunda. İkincisi, kullanıcı haklarını güçlendiriyoruz; örneğin şikâyet mekanizmalarıyla. Üçüncüsü, algoritmalarda şeffaflık istiyoruz ve araştırmacılara veri erişimi sağlanmalı.”

Bu, dijital dünyada önemli bir dönüm noktası olarak görülüyor. Artık platformlar, algoritmalarını kısmen açmak ve kullanıcıların kişiselleştirilmiş içerik ile reklamları kapatabilmesine imkân tanımak zorunda. Çünkü bu algoritmalar yalnızca ılımlı görüşleri geri plana itmekle kalmıyor, aynı zamanda “yankı odaları” veya “filtre balonları” yaratıyor. Bu ortamlarda kullanıcılar sadece kendi görüşlerini teyit eden içeriklerle karşılaşıyor ve giderek daha kapalı bir düşünce alanına sürükleniyor.

TikTok algoritmasında dengesizlik

Potsdam Üniversitesi ve Bertelsmann Vakfı’nın yaptığı bir araştırma, son Almanya seçimlerinde TikTok algoritmasının partileri eşit göstermediğini ortaya koydu.


TikTok algoritması, aşırı sağ partilerin propaganda videolarını daha fazla öne çıkarıyor

Aşırı uçtaki partilerin ve özellikle de AfD’nin videoları, merkez partilerin paylaşımlarına kıyasla kullanıcılara çok daha sık gösterildi. Örneğin AfD, partiler arasındaki tüm videoların yüzde 21,5’ini yüklemişti; ama bunlar kullanıcı akışlarının yüzde 37,4’ünde yer aldı. Hristiyan Birlik (CDU/CSU) partilerinin payı payı ise sadece yüzde 4,9’du.

TikTok temsilcisi Tim Klaws, DW konferansında bu eleştiriler karşısında net bir yanıt vermedi. Yine de dijital platformların dezenformasyon ve popülizm ortamında faaliyet göstermek istemediğini savunan Klaws, şirketlerin yapay zekâ sistemleri ve insan denetçileri aracılığıyla sahte haber ve nefret içeriklerini azaltmaya çalıştığını söyledi.

Finlandiya örneği: Medya okuryazarlığında öncü

DSA’nın yanı sıra Avrupa’da dijital medya alanını düzenleyen başka yasalar da var. Bunlardan biri, Avrupa Medya Özgürlüğü Yasası. Bu yasa, tanınan medya kuruluşlarının içeriklerinin büyük platformlarda şeffaf biçimde işlenmesini ve keyfi biçimde kaldırılmamasını güvence altına alıyor.

Ancak uzmanlara göre, yasal düzenlemeler tek başına yeterli değil. Medya okuryazarlığı, yani insanların dijital içeriği daha bilinçli tüketmesi de şart.

Renate Nikolay “Bu konuda Finlandiya örnek alınabilir” diyor. Ülkede medya okuryazarlığı anaokulundan itibaren öğretiliyor. Bu sayede Finler, çevrimiçi içerikleri eleştirel süzgeçten geçirme ve dezenformasyonu ayırt etme konusunda oldukça yetkin.

Uzmanlara göre, hukuki, teknolojik ve eğitsel önlemler bir arada uygulandığında dijital manipülasyonlarla mücadelede başarı mümkün olabilir.

Yine de Dieter Dörr temkinli: “Bu bir tsunami. Ona karşı elimizde çok az şey var.”

Uzmanlar, yeni tehditlere dikkat çekiyor. Yapay zekâ destekli sohbet botları, taraflı veya yanlış bilgi yayabiliyor.

DW’nin konferansında Renate Nikolay son olarak şu mesajı verdi: “Avrupa, sosyal platformlara karşı değil. Onlarla birlikte çalışarak, iş modellerini demokrasiyi zayıflatmayan, aksine güçlendiren bir yöne çevirmek istiyoruz.”

Bu iş birliğinin başarılı bir örneği bu yılki Moldova parlamento seçimlerinde görüldü. Seçim öncesinde AB temsilcileri, Moldova makamları, sivil toplum örgütleri ve Google, Meta, TikTok gibi platformlar aynı masa etrafında buluştu. Amaç, dezenformasyonun önüne geçmek ve seçim sürecini korumaktı. Sonuç umut verici: Rusya kaynaklı bir dezenformasyon kampanyası, Moldova’daki Avrupa yanlısı hükümeti zayıflatmayı başaramadı.

Kaynak:https://t24.com.tr/haber/sosyal-medya-demokrasi-icin-tehdit-mi-olusturuyor,1276421