CHP Genel Başkan Yardımcısı Yalçın Karatepe, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda bugün görüşmelerine başlanan 2026 yılı Bütçe Kanun Teklifi’ne ilişkin “CHP olarak biz bu konuda bütün hazırlığımızı yaptık. İktidara geldiğimiz ilk günden itibaren bunları hayata geçirerek Türkiye’de refahın adil bir biçimde paylaşıldığı ve arttığı bir dönemin başlangıcı olacaktır” ifadelerini kullandı.
CHP Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Yalçın Karatepe, partisinin genel merkezinde 2026 yılı bütçesine ilişkin basın topantısı düzenledi.
Karatepe’nin açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
“GÖREVE GELDİKLERİ TARİHTEN BUGÜNE ENFLASYONDA BİR BAŞARIDAN SÖZ ETMEK MÜMKÜN DEĞİL”
Göreve geldikleri tarihte, ‘Rasyonelliğe dönmekten başka bir çaremiz yoktur’ diye başladıkları andan bugüne kadar geldiğimiz noktaya baktığımızda, enflasyonda bir başarıdan söz etmek mümkün değil. 28 ay önce yüzde 38 seviyesinde olan enflasyon, bugün yüzde 33’ün üzerinde. Daha ekim, kasım ve aralık verileri çıktığında bunun nereye gideceğini de beraber göreceğiz. İşsizlik tarafına baktığımızda geniş tanımlı işsizliğin yüzde 30’larda kalıcılaştığını görüyoruz. Yüksek seyreden bir işsizlikle karşı karşıyayız. Tabii sadece işsizlik ve enflasyon sayılarında değil, ekonominin diğer taraflarda da ciddi sorunlar olduğunu görüyoruz. Konkordatoların arttığını, hem başvuruların hem de kabul edilen konkordato sayısının arttığını, özellikle tekstil sektöründe ne kadar büyük sorunların, yaşandığını biliyoruz. Örneğin Mehmet Şimşek göreve geldiği tarihten bugüne kadar tekstil sektöründe 200 binin üzerinde çalışanımızın işini kaybettiğini, konkordatolar arasında tekstil şirketlerinin ağırlıklı olarak yer aldığını üzülerek görüyoruz. Peki bütün bu gerçeklik ortada dururken Sayın Cevdet Yılmaz’ın bugün yapacağı sunum ve 2026 yılı bütçe verilerine baktığımız zaman vatandaşın geleceğimize dair ümitvar olmasını gerektiren bir sonuç görüyor muyuz? Böyle bir şey söz konusu mu? Maalesef değil.
“2026 YILINDA YÜZDE 63 ÜZERİNDE BİR DOLAYLI VERGİ PAYI OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ”
Özellikle bütçe rakamlarına baktığımızda vatandaşın omuzlarında gittikçe ağırlaşan yüklerin olacağını net bir biçimde görüyoruz. Örneğin dolaylı vergilerin; yani katma değer vergisi (KDV), özel tüketim vergisi (ÖTV) vesaire gibi vergilerin toplam vergi geliri içerisindeki payının azalması gerektiğini CHP olarak yıllardır söylüyor olmamıza rağmen bu vergilerin toplam vergilerin içerisinde payının hala çok yüksek seyrettiğini görüyoruz. 2026 yılında da yüzde 63 üzerinde bir dolaylı vergi payı olduğunu açıklanan bütçe rakamlarından görüyoruz. Buna karşı kurumlar vergisi beklentisi 2026 yılında yüzde 11,7 seviyesinde seyretmektedir. Dolayısıyla vergi kimin omuzlarında, diye baktığımızda verginin vatandaşların omuzlarında olduğunu, yükün vatandaşa salındığını net bir biçimde görüyoruz.
“İKTİDARA GELDİĞİMİZDE GELİR VERGİSİNİN İLK DİLİMİNİ YOKSULLUK SINIRININ ÜZERİNE ÇEKECEĞİZ”
Bir taraftan vatandaşa ağır vergi salınırken diğer taraftan özellikle kurumlar vergisi üzerinden vergi harcamaları kanalıyla şirketler kesimine önemli kolaylıklar sağlandığını da biliyoruz. 2026 yılı içerisinde 3,6 trilyon liralık bir vergi harcaması olduğunu görüyoruz. Gerçi sonradan resmi veriler ortaya çıktığında, analiz yaptığımızda bütçelenen rakamla gerçekleşen rakamlar arasında ciddi farklar da olduğunu biliyoruz. 2024 yılında bütçelenenin yaklaşık iki katı kadar vergi harcaması olduğunu, yani alınmaktan vazgeçilen vergi olduğunu biliyoruz. Vatandaş bu ağır vergi yükü altında ezilmek durumunda değil. Bunları çözmek çok kolay. Bizim CHP olarak vatandaşın vergi yükünü azaltacak önerilerimiz çok somut, net. Bunun Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel grup konuşmalarda defalarca kez ifade etti. Burada ben de bir kez daha ifade etmek isterim. Örneğin biz iktidara geldiğimizde gelir vergisinin ilk dilimini yoksulluk sınırının üzerine çekeceğiz. 2025 yılı sayılarıyla 1,2 milyon liranın üzerinde olan yoksulluk sınırına kadar olan tüm gelirler, ilk vergi birimi olarak belirlenecek ve vatandaş daha düşük bir vergi yüküyle karşı karşıya kalacak.
“ÖNEMLİ HARCAMA KALEMLERİNİN VERGİ MATRAHINDAN DÜŞÜLMESİNE İMKAN VERECEK DÜZENLEMELER YAPACAĞIZ”
Sadece vergi dilimini arttırmakla kalmayacağız. Aynı zamanda vatandaşımızın önemli vergiden düşürmelerine imkan verecek düzenlemelere de imza atacağız. Örneğin kira giderlerinizi, eğitim harcamalarınızı, sağlık harcamalarınız, ulaştırma harcamalarınız gibi önemli harcama kalemlerini vergi matrahından düşülmesine imkan verecek düzenlemeler yapacağımıza kimsenin endişesi olmasın. Bunu söylediğim zaman vatandaşlar, ‘Biz vergi beyannamesi vermek zorunda mı kalacağız’ endişesine de kapılmasınlar. Bugün mevcut teknolojiden yararlanarak vatandaşın beyanname vermesini kolaylaştıracak işler mümkün. Örneğin kira giderleriniz, eğitim harcamalarınız, sağlık harcamalarınız gibi bütün harcamalarınız zaten elektronik olarak kayıt altında. Bunların kayıtları sistemde mevcut. Vatandaş sadece bir tuşa dokunup yılbaşında bir önceki yıl yaptığı bütün harcamaları vergiden düşebilecekler.
“KREDİ KARTI VE KMH HESAPLARINDAN ALINAN VERGİLERİ DE SIFIRLAYACAĞIZ”
“VERGİ CENNETLERİNİN LİSTESİNİ NEDEN YAYINLAMIYORSUNUZ”
Örneğin vergi cennetlerine giden paraların vergilendirilmesi… 2006 yılında çıkan bir kanunla ve internetlerine giden paralardan yüzde 30 vergi alınması yasal zorunluluk haline getirildi. Bu düzenleme hala yürürlükte. Fakat bunun hayata geçebilmesi için vergi cenneti ülkelerinin listesinin açıklanması gerekir. Kanunun çıkmasının üzerinden 19 yıl geçmiş olmasına rağmen bu ülkelerin listesinin yayınlanmıyor olması, bu kadar toplumsal talebe rağmen bunları yayınlamıyor olması bu ülkelere giden kaynakların kimin olduğuna ilişkin sorunun güçlü bir biçimde sorulmasını gündeme getiriyor. Vergi cennetlerinin listesini neden yayınlamıyorsunuz? Buraya giden parayla sizin herhangi bir ilişkiniz var mı? Ya da size yakın olanların bir ilişkisi var mı? Bu sebeple mi bunu açıklamıyorsunuz? Bu konuda kamuoyunun aydınlatılması gerektiğini ifade etmek isterim.
“İKTİDAR FAİZE KAYNAK AKTARDIĞI İÇİN VATANDAŞIN HAYATINA DOĞRUDAN DOKUNACAK HARCAMA KALEMLERİNE AYIRACAK KAYNAK BULAMADIĞINI İDDİA ETMEKTE”
Bütçenin sadece gelir tarafı değil, gider tarafına baktığımızda da iktidarın aslında kamusal hizmetlerden ne kadar uzaklaştığı, toplumsal refahı önceleyen kişilere ne kadar mesafe koyduğunu net bir biçimde görebiliyoruz. 2026 yılı bütçesinde en önemli gider kalemlerinin başında faiz giderlerinin geldiğini biliyoruz. Bu iktidar ağırlıklı olarak bütçeden faize kaynak aktaran bir iktidar haline dönmüştür. Tabii faize kaynak aktardığı için diğer harcama kalemlerine, özellikle vatandaşın hayatına doğrudan dokunacak harcama kalemlerine ayıracak kaynak bulamadığını iddia etmektedir. Sorun kaynak sorunu değil, aslında kaynakların tahsisi sorunu olduğunu tedbir biçimde bir kez daha ifade etmek gerekiyor. Birkaç örnek verelim, hangi harcamalarda iktidarın ne kadar cimri davrandığına örnek olması açısından. Örneğin Sağlık Bakanlığı’nın 2026 yılı bütçesine baktığımız zaman Sağlık Bakanlığı bütçesinin yaklaşık yüzde 11’inin şehir hastanelerine yönelik ödemelerden oluştuğunu görüyoruz. 2026 yılına yüzde 136,2 milyar liranın şehir hastaneleri için ödeneceğini, bu miktarın 57 milyar lirasını hizmet alımları, 78 milyar lirasının ise yatırımların kullanım bedeli, yani kira şeklinde ödeneceğini ifade etmek gerekir. Dolayısıyla şehir hastanelerine 2026 yılında kamudan ciddi bir kaynak aktarılacak. Bu sadece 2026’yla sınırlı kalmayacak. 2027 yılında 148, 2028 yılında ise 159 milyarlık bir kaynağın aktarılacağını biliyoruz.
“HAZIR KÖPRÜ VE OTOYOLLARIN NESİNİ ÖZELLEŞTİRECEKSİNİZ”
Benzer şekilde bu kurumlar ya da bakanlıklar üzerinden kamu özel işbirlikleri çerçevesinde yapılan işlere aktarılan kaynakların ne kadar yüksek olduğuna örnek olması açısından Karayolları Genel Müdürlüğü’nün (KGM) bütçesine baktığımızda da benzer bir durum görüyoruz. Karayolları’nın 2026 yılı bütçesindeki harcamasının yaklaşık yüzde 25’inin garanti ödemelerine ayrıldığını görüyoruz. Oldukça yüksek bir tutardan bahsediyoruz. 101,3 milyar liralık bir kaynağın kamu özel işbirlikleri çerçevesinde ortaya çıkan yükümlülüklere yönelik olarak aktarılacağını biliyoruz. 2026 yılında iktidarın özelleştirileceğini söylediği şeylerden bir tanesi şu anda KGM’nın görev alanına giren birinci, ikinci boğaz köprüleriyle, bazı otoyolların özelleştirilmesi. Bu sebeple 2026 yılı bütçesine 180 milyar liralık bir gelir kalemi yazıldığını biliyoruz. Köprü ve otoyolların 2026 yılında özelleştirilmesinin yapılacağı bütçe rakamlarından da net bir biçimde anlaşılıyor. Buradan soralım: Hazır köprü ve otoyolların nesini özetleştireceksiniz? Burada satacağınız şeyin ne olduğunu biliyoruz. O köprülerin başında bulunan gişeler. Orayı alanlar, insan oturtup gelen geçenden para toplayacaklar. Dolayısıyla Türkiye’nin reel yatırım anlamında bir şey kazanmayacağı, sadece o yollardan geçenlerden toplanan paraların peşinen birilerine devredilmesine imkan verecek bir özelleştirme işi olduğunu da buradan ifade edelim. Köprü ve otoyollar halkındır. Buralardan geçişin bu kadar yüksek olması kabul edilebilir bir şey değil. Biz o gişeleri kaldırıp vatandaşın köprülerden geçmesine, yolları rahat bir biçimde kullanmasına imkan vereceğiz.
“İKTİDAR EĞİTİME BİLEREK DAHA AZ BİR KAYNAK AKTARMAYI TERCİH ETMEKTEDİR”
“TÜRKİYE’DE 15-34 YAŞ ARASINDAKİ NÜFUSTA LİSE VE ALTI SEVİYEDE 831 BİN KİŞİ EĞİTİMİNİ EKONOMİK SEBEPLERLE BIRAKMIŞTIR”
Bugün Türkiye’de çok büyük bir genç nüfus var ama bu genç nüfusun önemli bir kısmının eğitimin dışına itildiğini biliyoruz. Hem hayat zorluğu sebebiyle çalışma ihtiyacından dolayı hem de eğitimin pahalı ve zor bir hale gelmiş olmasının bunda rolünün olduğunu biliyoruz. Örneğin TÜİK’in 2024 yılı iş gücü araştırmasına göre, Türkiye’de 15-34 yaş arasındaki nüfusta lise ve altı seviyede 831 bin kişi eğitimini ekonomik sebeplerle bırakmıştır. Yaklaşık 1 milyon gencimiz ekonomik gerekçelerle eğitimini sonlandırmak durumunda kalmıştır. Bu sebeple yapılması gereken şey bellidir; eğitime daha fazla kaynak aktararak çocuklarımızın huzur içerisinde, kaliteli, dünya standardında bir eğitim almasına imkan vermek. Bu mümkün müdür? Evet, mümkündür. Ama iktidar maalesef tercihini başka yöne kullanmaktadır.
“TARIMSAL POTANSİYELİN BU KADAR YÜKSEK OLDUĞU BİR ÜLKEDE TÜKETİCİYE İTHALAT ÜZERİNDEN TARIMSAL ÜRÜNLERİN SUNULACAK OLMASI İÇLER ARASI BİR DURUMDUR”
Bildiğiniz gibi tarım Türkiye’nin en önemli sektörlerinin başında geliyor. Milyonlarca vatandaşımızın istihdam edildiği, milyonlarca çiftçimizin hayatını kazanmaya çalıştığı ve Türkiye’de beslenmemize imkan veren ürünlerin üretilmesinin yapıldığı bir sektörden bahsediyoruz. Tarım sektörü de yıllardır maalesef iktidar tarafından göz ardı edilmiş, gerekli destekler sunulmamıştır. Bütçe verilerine baktığımız zaman 2026 ve takip eden yıllarda tarıma ayrılan kaynakların giderek azalmakta olduğunu net bir biçimde görüyoruz. Milli gelire oran anlamında söylüyorum. Mutlak parasal rakam anlamında söylemiyorum. 2020 yılında Tarım ve Orman Bakanlığı’nın bütçesinin milli gelire oranı binde sekiz buçukken 2026 yılında bu oran binde yediye gerilemektedir. Tabii tarıma sadece kaynak aktarması yeterli değil, aynı zamanda çok ciddi, kapsamlı bir tarım politikasının hayata geçirilmesi gıda güvenliği açısından, gıda enflasyonunun yönetilebilmesi açısından büyük hayati önem taşımaktadır. Ama iktidarın bunu yapmadığını, şimdiye kadarki uygulamalardan net bir biçimde biliyoruz. Tarıma bütçeden çiftçilerin beklediği kaynağı aktarmayan, hatta 2025 yılında ciddi bir don olayı yaşanmış olmasına rağmen dondan zarar gören çiftçilere bugüne kadar yeterli kaynak aktarmayan iktidarın tarıma bakışının ne olduğunu, bu hafta başında toplanan Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesi’nin toplantı sonrasında yaptığı açıklamadan net bir biçimde görüyoruz. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek başkanlığında toplanan bu komitenin toplantısı sonrasında aynen şu açıklama yapılmıştır: ‘Tüketiciye sağlanan gıda arzının ithalat yoluyla sağlanacağı…’ Tarımsal potansiyelin bu kadar yüksek olduğu bir ülkede tüketiciye ithalat üzerinden tarımsal ürünlerin sunulacak olması içler arası bir durumdur. Ama bu açıklama beni ve CHP olarak bizleri şaşırtmadı. AK Parti döneminde bakanlık yapan tarım bakanlarına baktığımız zaman geçmişte tarımsal ürün ithalatına ilişkin eleştirilere maruz kaldıklarında, ‘Paramız var ki alıyoruz’ açıklamasını yapan bakanları gördü bu ülke. Dolayısıyla bakanlar değişse bile zihniyetin değişmediğini, tarıma bakışlarının bir adım da olsa ileriye gitmediğini bu hafta yapılan açıklamalardan da net bir biçimde görüyoruz.
“SGK’NIN GELİRLERİNİN GİDERLERİNİ KARŞILAMAYA YETTİĞİNİ BÜTÇE VERİLERİNDEN NET BİÇİMDE GÖRÜYORUZ”
Türkiye’de sosyal güvenlik konusu gündeme geldiği zaman bütçenin üzerinde ne kadar büyük bir yük oluşturduğu, bu tür harcamaların bütçe üzerine inanılmaz ağır maliyetler ortaya çıkardığı vesaire söylenir. Bunun böyle olmadığını açıklanan verilerden ve bütçe önerilerinden net bir biçimde görüyoruz. Örneğin 2024 yılında Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) gelirlerinin giderlerini karşılama oranı yüzde 99,8 olmuştur. 2025 yılı gerçekleşmesi yüzde 95,3. 2026 hedefi ise yüzde 99,4 olarak duyurulmuştur. Yani bütçe verilerine baktığımız zaman SGK’nın gelirlerinin giderlerini karşılamaya yettiğini bütçe verilerinden de net bir biçimde görüyoruz. Peki bu nasıl sağlanıyor? Nasıl sağlandığını aslında emekli aylıklarına baktığımızda net bir biçimde görüyoruz. EYT düzenlemesiyle beraber emekli sayısının 16 milyonun üzerine çıkmış olmasına rağmen emeklilere yapılan ödeme tutarında önemli bir artışın olmamasından öngörüyoruz. Yararlanan sayısı çok ama ayrılan bütçe sınırlıysa bu, kişi başına sosyal güvenlik sisteminden aktarılan kaynakların yetersizliğinin de bir göstergesidir. Bugün 16 bin 800 lira seviyesinde olan en düşük emekli aylığı, açlık sınırının yaklaşık 11 bin lira altında bir gelire tekabül etmektedir. İktidara emekli aylıklarının yapılması önerildiği, teklif edildiği, talep edildiği zaman bütçe olanaklarının yetersizliğinden dem vurulur. Ama bütçe olanaklarının faize nasıl aktarıldığı, SGK’nın içinde bulunduğu durumun bütçeden kaynak aktarmaya imkan verdiğini gösterdiğini burada bir kez daha ifade etmek isterim.
“İKTİDARA GELDİĞİMİZ İLK GÜNDEN İTİBAREN PROGRAMIMIZI HAYATA GEÇİRECEK, TÜRKİYE’DE REFAHIN ADİL BİR BİÇİMDE PAYLAŞILDIĞI VE ARTTIĞI BİR DÖNEMİN BAŞLANGICI OLACAĞIZ”
Dolayısıyla bugün Cevdet Yılmaz’ın söyleyeceği şeylerin vatandaşın refahında ya da hayatında bir karşılığının olmadığını, Türkiye’de insanların giderek yoksullaştığını, tarımsal üretimin azaldığını, sanayi sektöründe ciddi sorunların yaşandığını, iflasların arttığını, milyonlarca insanın işini kaybettiğini biliyoruz. Bu bir kader değildir. Bu iktidarın tercihidir. İktidarın uyguladığı ekonomik programın bundan başka sonuç doğurmasını zaten beklemiyoruz. Yapılması gereken şey belli. Yapılması gereken; planlamaya dayalı, uzun erimli, vatandaşın refahını önceleyen kamusal bir bakış açısına sahip bir ekonomi programının hayata geçirilmesidir. CHP olarak biz bu konuda bütün hazırlığımızı yaptık. İktidara geldiğimiz ilk günden itibaren bunları hayata geçirerek Türkiye’de refahın adil bir biçimde paylaşıldığı ve arttığı bir dönemin başlangıcı olacaktır.”
Kaynak:https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/chp-li-yalcin-karatepe-den-2026-butce-mesaji-chp-olarak-butun-hazirligimizi-yaptik-2448333